001. Toprak olarak yaşadığımız serüvenimiz
Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla…
Anlatacaklarım yeni bir kişinin eskide kalmış hikayeleri, yanına aldıkları ve karşılaşacaklarından ibaret. Bu anlatılarımdan alınacak dersler olacağı gibi, üzerine düşünülmeyecek kadar basit konularda yaptığım hataları görebilir, insan olmanın getirdiği eksiklik hissinden doğan, Yaratıcı’nın her şeyi “olması gerektiği gibi yarattığı” bilgisini bir kez daha hatırlayacak, bazıları olanları anlayabilecek ve bazıları belki de kendi hikayesini okuyacaktır.
Ruhunun doğulu, bedeninin batılı olduğuna inandığım bir adam, Hesse, Siddartha ile bana ve benim gibi hissedenlere, tam olarak anlatamayacağım hikayemin, ben yerindeki sözcükleri bulsam bile anlaşılamayacağını gösterebilmek için hayatın gizemi hakkında yaşadığı aydınlanmayı cömert bir şekilde paylaşarak huzur temin ediyor:
Sözcükler gizli saklı anlamı zedeliyor, dile getirilen her şey o an değişiyor biraz, biraz çirkin, biraz aptalca niteliğe bürünüyor - evet bu da çok iyi bir şey, bu da çok hoşuma gidiyor, bir insanın hazinesini ve bilgeliğini oluşturan şeyin bir başkasının kulağına her zaman aptalca gelmesine de hiç diyeceğim yok.
Bir ay önce bu dünyada iyi insanların sayısı bir kişi azaldı. Bir ay önce üzerimizdeki toprağın kalbimize işlemesinin, asla tam olarak unutmadığım ancak hatırlamak için yüzüme tokat gibi çarpması gereken ölümün, huzurunu ve gerekliliğini gördüm. Bir toprak olarak yaşadığım serüven üzerine iyice düşünmem, verilen emanete daha iyi sahip çıkmam gerektiğinin farkına vardım. Bunları şimdi konuşmanın vakti değil, yine aceleci davranıyorum.
Olanları ve değişimi anlatmanın en iyi yolu en kısa olanı. Kırk gün önce annemi mezara koydum. Avucuma aldığım toprağı üzerine ilk ben döktüm. Şu an dökmek kelimesinin bile ne kadar kaba, şefkatten uzak bir kelime olduğunu düşünüyorum. Keşke zihnim öyle bir kelime bulsaydı ki, bu kelime annemin bana gösterdiği sevgiyi, şefkati ve yaşamı boyunca sürdürdüğü anlayışı, beni benden daha iyi tanımasını aktarabilseydi!
Kime ne anlatıyorum ki? Bu edebi sözlerin yeri ve sırası değil, şu an bende bir karşılığı yok. Karşımda bir insan var mı ki onları ikna etmeye çalışıyorum. Kendi kendime konuşursam biraz daha rahat yazabilirim sanırım. Şu anda okuduğunuz yazı Arada Bir adını verdiğim ve hayata kendime has yöntemlerle tutunmak adına, kendime yazdığım metinlerden (newsletter, mektup, bilgi metni veya ne derseniz işte) ibaret. Üstelik ne zaman ve nasıl yazacağımı bilmediğimden dolayı ismi Arada Bir. Bazen aynı gece iki tane yazabilir, bazen iki ay boyunca hiçbir şey yazmadan durabilirim.
Amacım hayata dair söylenebilecek ne varsa ortaya dökmek değil, aksine okuduğum bu hayattan anladıklarımı saklayabilmek. Biliyorum ki bir gün toprak olduğumda geride bırakacağım ne varsa, bunların anımsandığında insanların yüzünü gülümsetecek veya kalplerinde bu dünyadan iyi bir insan olarak gitmemin yer edindiği bir “olmuşluk” hissinin var olması gerek. Çünkü biliyorum ki, insan nasıl yaşarsa öyle ölür. Biraz romantik geliyor ancak belki hiç göremeyeceğim çocuğum olur, belki torunlarım dedelerinin gençliğini merak eder, belki de yapmayı planladığım gibi filmler çekemeden, anlatmam gerekenleri anlatamadan giderim. O zaman işte hayatın gizemini de kendimle beraber götürdüğüme dair bir kanıtın olması adına Arada Bir’e başlıyorum.
Arada Bir hayattan öğrendiklerim üzerine yazmayı planlıyorum. Bunu düzenli bir hale getirebilirsem, örneğin her pazar sabahı oturup yazmak gibi, ileride bir kitap bastıracak kadar yazımın olacağını tahmin ediyorum ama eski beni tanıyanlar bilir ki, ben hiçbir zaman planlarımı tam olarak gerçekleştiremem, planlar bana yük olur. O yüzden bu notlar için hiçbir planım yok, arada bir yazacağım, canımın istediği kadar uzun yazacağım.
Yeni bir insan olduğumdan bahsediyordum. Gerçekten öyle miyim, insanın kendisini tanıması hiç biter mi, bilmiyorum ve bunu pek önemsemiyorum da artık. Ben yeni bir insanım, yeni bir Ümit’im. Bunun habercisi olan olaylar var elbette. Değişim ve gelişim için gerekli bir süreç vardır. (Gelecekte bu süreci daha iyi görebileceğimi, anlayabileceğimi biliyorum ve bu yazılar da sürecin bir parçası olacaktır.) Uzun süredir yazmıyor, duygularımı kendime saklamanın benim için en iyisi olacağını düşünüyordum. Çünkü bazen insan sadece kendisiyle konuşmalıdır, çevresindekilere yansıttıkları (onlar ve kişi için) yıkılmak için gereken kelebeğin kanadındaki rüzgar olabilir. Üstelik yazsam ne yazabilirdim ki? Benim çektiklerim acıysa annemin yaşadıkları neydi?
İnsan yaşamı sırasında karşılaştığı olaylara verdiği tepkilerin toplamına hayat diyoruz. Verdiğimiz tepkiler ise kişiliğimizi şekillendiriyor. Tıpkı rüzgara kafa tutan bir kaya gibi, rüzgarlar, yağmurlar, fırtınalar ve elbette güzel güneşli havalar bize şekil veriyor, en sonunda çöldeki kum tanelerinden bir tanesine dönüştürüyor. Daha önceleri çöldeki kum tanelerinin birbirinden farklı olduğunu hiç düşünmezdim, öyleymiş. Aşağıda geçen aylarda yazdığım bir metin var. Yeni bir insan olarak doğuşun habercisiydi. Eski ben bunu diğer insanlarla paylaşıp, paylaşmamak konusunda kararsız kalırdı, şimdi ise umursamıyorum.
Yeni Ben ve Geçmişte Kalanlar
Bugün evden çıkarken telefonumu yanıma almadığımı evden çıktıktan sonra fark ettim. Geri gidip alsam bile kendi zamanımı gereksiz yere öldürmekten başka muhtemelen bir işe yaramayacak bu aleti yanıma almaktan vazgeçtim. Üzerimde zamanı bulamayacağım bir alet olmaması, ihtiyacım olan kitap ve defter hariç, beni oldukça özgür hissettirdi.
Defteri yanıma aldım çünkü bu satırları yazmak istiyorum. Artık nasıl da arkadaşlarımdan farklı olduğumu, hayata onlar gibi bakmadığımı yazmak için. Onların farkında olmadan (belki de farkındalıkladır -bilemiyorum-) benden kaçındıklarını, uzak durduklarını yazmak istiyorum. Onlara göre ben annesi son evre kanser olan ve muhtemelen aşırı duygusal birisiyim. Kimse ölümü hatırlamak istemez çünkü onların yaşamı ve “dertleri” devam etmektedir. Bana ulaşmak ve benimle iletişimde olmak ölümü hatırlamak ve kendi “dertlerinden” utanmak anlamına geldiği için böyle davrandıklarını düşünüyorum. Ben onları arayınca veya bir şekilde iletişime geçmek istediklerinde “Seni üzmek istemediğim için aramıyorum veya sormuyorum” oluyor bu iletişim eksikliğinin adı. Ben küfürbaz bir adam değilim, eğer olsaydım burada okkalı bir küfür ederdim. Artık benim için normal olmayan yaşamda beni tamamiyle değiştiren bu olay karşısında yanımda olmayışın artık eski benle olan iletişimde kalacak, çünkü ben değiştim. Hayata bakışım değişti. Yeni bir insan oldum. Eski alışkanlıklarımı devam ettirsem bile, bazılarını, bu yeni insanı tanımak için çaba göstermek yerine uzaktan seyirci kalmak, nasıl tepki vereceğimi görmek daha güvenli bir yol öyle değil mi?
Zaten daha sade ve yalın bir arkadaş çevresine sahip olan ben şu sıralar kendimi oldukça izole olmuş hissediyorum. Varsın arayıp sormasınlar, varsın hayatta tek başıma kalmış olayım; ailem, annem ve babam bu durumda kendi başımın çaresine bakabileyim diye yetiştirdiler beni. Güçlü durduğumu ve güçlü olduğumu biliyorum.
Bütün bunlara rağmen hayata karşı kırgınlığım ve kızgınlığımı gizlemeyeceğim. Beklemediğimiz bir anda aldığımız ilk darbeye direnmek neredeyse imkansız. Önemli olan hazırlıksız yakalandığınız bu fırtına karşısında dik durabilmek. Öyle yaptığımı düşünmek istiyorum.
Bana güç veren kimseler de yok değil. Ailemizin bu kadar sağlam durması elbette büyük bir şükür kaynağı. Bununla beraber haksızlığa uğradığı halde dik duran, aldığı bütün darbelere rağmen savaşmaktan vazgeçmeyen Doktorum’un da bana güç ve dayanma verdiğini söylemem gerek. Haksızlığa karşı beraber direndiğimizi düşünmek istiyorum. Ve elbette annemin savaşçı Amazon kadınları gibi savaşırken, aynı zamanda sabır ve ümitle hareket etmesi, onun hayatımda gördüğüm en güçlü ve iyi kalpli insan olduğunu bana gösteriyor.
İşte bir hastane odasında, hissettiklerimin belki de çeyreğini bile kelimelere dökememişken, annemin düzensiz kalp atışlarını ve nefes alış-verişlerini dinlerken bunları düşünüyorum. Bütün bunlara sebep olan sevgi üzerine bir şeyler yazmalıyım aslında. Belki başka zaman, belki de hiçbir zaman.
Bunları yazıyorum çünkü dışarıdaki hayat umurumda değil. Umurumda değil saatlik üzülmeler ve devam etmeler. Ben eski ben değilim. Tanıdığım ve bildiğim hayat, eski hayatım, artık yok. Eğer bunları kabullenmezsem en çok kendime zarar vermiş olurum. O yüzden algıladığım bu yeni ve acımasız hayata ve gerçekliğe, zamana dair bir şeyler yazmalıydım. Bunları dökümanlamalıydım. Çünkü artık birbirinin aynı gibi görünen günlerimde zamanı bilmiyorum. Öğrenmek pek de önemli değil.
9/8/19 — Hastane, J620 numaralı oda.
İşte ben toprak olarak yaşadığım serüvene, ailemle birlikte, yeniden başlıyorum. Bir süredir, annemin hastalığıyla birlikte, üzerimizdeki topraktan dolayı hareketsiz kalan ruhlarımız artık farklı bir ermişliğe ulaşmışken, yaşama artık farklı bakan bizler, kalbimizdeki toprakla yaşamayı yeniden öğreniyor, hayata adım atıyoruz, tıpkı önceleri öğrendiği yürümenin yeterli geldiğini ancak doğru olmadığını bilen bir bebeğin yeniden yürümeyi öğrenmeye çalışması gibi.
Profillerimiz üzerimizdeki toprağı silkeleyip, geride kalan ve yakışan o toprakla öğrenmeye çalışmamızın kanıtıdır, bilinsin.
Bir sonraki sefere görüşüne kadar, sevgiyle kalın.
İşte toprak olarak yaşadığımız serüven… (herkesin birbirinden biraz farklı, biraz benzer.)