Aklım başımda olduğu zamandan beridir etrafımda olan şeyler arasından en çok sayılara kişilik vermeyi çok sevdiğimi matematik derslerinde işlem yaparken, çözdüğüm problemlerinin sonuçlarını beğenmediğimde fark ettim. Bu sayılara verdiğim kişilikler genelde öğrendiğim toplama, çıkarma, çarpma ve bölme işlemlerinin kolaylığına ve zorluğuna göreydi; o zamanlar bu basit mantığı hissetsem dahi kendime bunu itiraf edememek, bildiğim bir gizemi kendime saklamanın keyfine dönüşürdü ve böylece her matematik sorusu çözdüğüm zaman dünya üzerinde sadece benim bildiğim bir sırrın özünü bilmenin mutluluğunu yaşardım. Örneğin sekiz sayısı biraz sinsi olmasına rağmen herkesle uyumlu iken, yedi sayının kendisine has bir uyumsuzluğu vardı. Bir sayısı dürüst ve doğru bir sayı iken sıfır benim için gizemlerle doluydu. İki sayısının asal olmasına rağmen çift olmasına ve her çarpım işlemini çift sayı yapmasına hayranlık duyar, onun bir birleştirici, onarıcı bir gücü olduğunu düşünürdüm. Anlayacağınız sayılara verdiğim kişilikleri farkında olmadan sayıların birbirlerine olan iletişimi aracılığıyla kurmuş ve bunu çocuk aklımla yapmıştım! Belki de bu yüzden insanlarla olan iletişimimde en çok açık ve direkt olmaya çalışıyor, bunun tersini yapan insanlara karşı bir mesafe duyuyorum.
Gün içerisinde veya çevremizde karşılaştığımız (çoğu basit ve önemsiz) problemlerin bir çoğunun iletişim eksikliğinden çıktığını bilmek bana insanların sayıların birbirleriyle olan ilişkisini benim kadar içselleştirmediklerini ve bundan ders almadıklarını anlatıyor. Elbette insanlara sayıları veya matematiği içselleştirmedikleri için kızmıyorum ancak biraz olsun çevrelerine dikkat etmedikleri, inisiyatif almadıkları için kırılıyorum. Biraz olsun sayıların birbirleriyle olan ilişkisinin doğallığını alsak da yaptığımız işlerde, düşündüklerimiz üzerine daha dürüst ve açık olsak fena olmaz mıydı? Ama biliyorum ki bizim insanımız matematikte iyi değil, canları sağ olsun.
Tıpkı çocukluğumda olduğu gibi bir birey olarak toplumda yer aldığım zaman da günlük hayattaki bazı detaylara dikkat etmem bana küçükken kafamın içinde yaşadığım o dünyadan ayrılmadığımı hatırlattığı için, kimse farkında değilken çevremle, en başta da doğayla, özel bir ilişki kurmaya devam ediyorum. Örneğin üniversitedeki yürüyüş yolundaki karoların sayısının doksan dokuz mu yüz mü olduğunu kestiremeyip, her seferinde tekrar saymak, ağaçların gökyüzüne uzanan çıplak dallarında kaosu değil de, onların tıpkı vücudumuzdaki damarlar gibi gökyüzüne uzanmasını izlemek, sararıp düşen bir yaprakların kaç köşesinin olduğunu iki saniyelik bir bakışta sayıp emin olmak için bunu tekrarlamak, cama vuran yağmur damlalarından birleşip bir iz bırakan kocaman damlaların yolunu tahmin etmeye çalışmak gibi basit şeyler… Bunlar bana doğaya, insana, çevrene dikkat verirsen sana kendisini anlatacağını gösterdiği için bu basitliği seviyorum.
Hayatın basitliğini görmek varken onu karmaşıklaştırmaya hiç gerek olmadığını biliyorum.
Üzerine düşünüyorum bir süredir; (cevabına sanırım yaklaştım da) hala yaşadığımız hikayelerin sonunu nasıl bağlarız?
Şu sıralar çevrenizde görüyorsunuzdur, insanlar bir hesabı kapatır gibi aceleyle yaşadıkları yılın özetini paylaşmaya başlıyorlar. Bunu biraz trajikomik buluyorum doğrusunu söylemek gerekirse. İnsanlar belki de zamanı vahşi bir hayvan gibi görüp; beyhude bir hareket olsa da, ondan kurtulmak için “Evet yaşadım, bakın bunları yaptım” demek için böyle davranıyordur. Kimseyi yadırgamıyorum, tamam kabul ediyorum, bunu sırf yapmış olmak için yapanları yadırgıyorum.
Daha faydalı bir sohbet istiyorsak bu yıl neler öğrendim diye sormalıyız bana kalırsa. Neden bu müzikleri dinledim, kitapları okudum ve filmleri izledim? Öğrendiklerinizi size bir şey kattığını düşündüğünüz eserleri benimle paylaşmaktan çekinmeyin. Paylaşmak isterseniz tek yapmanız gerek bu maili yanıtlamak.
Doğrusunu söylemek gerekirse, bunu yazmaya başladığımda aklımda zamanın acımasızlığı karşısında ne kadar savunmasız kaldığım vardı. Sayılara kırılmıştım. Ne yapabilirdim ki yazmaktan başka?
Arada Bir görüşmek üzere;