Çocukluk dönüp dolaşıp geldiğimiz mahallemizdir. Çocukken karşılaştığımız şeyleri anlamlandırmak için sürekli sorular sorarız. Yaşlanınca anlam bırakmak için sorular sorarız, kendimize ve çevremize. Yaşlandıkça çocukluğumuza geri döneriz, hareketlerimiz, davranışlarımız, ses tonumuz çocukluk mahallesine geri döner. Şimdi sana, kendi küçük bahçelerinde yaşadıkları mutluluğun tohumlarını geleceğin çocuklarına vermek için çabalayan yaşını almış dört silahşörün, dört sıkı dostun yaşlı bedenlerinde sakladıkları umutlardan, yasaklı olan konulardan, Ağaçlardan Bahsedeceğim.
Uyarı: Bu inceleme yazısında sürprizbozan/spoiler bulunmamakla birlikte, film hakkında fragmanından erişebileceğin bilgilere yer verdim.
Giriş: Yaşamak Bir Tutkudur
Hayatımızın sürükleyici bir hikâye olmasını içten içe arzu ederiz. Yaşadıklarımızın bir anlamı olmasını ister, çektiğimiz sıkıntıların sonunda varacağımız bir ödülün bulunduğunu düşünürüz. Yoksa… Yoksa bunca sıkıntıya nasıl katlanabiliriz?
Peki, ya sıradan bir yaşamın varsa? En çok bundan korkarım ben. Sıradan bir yaşama, vasat bir hayata sahip olmanın bir insanın başına gelebilecek en kötü şey olduğunu düşünürüm. Bu yüzden yaşamımın sıradan olmasını istemem. Hayat filmimin insanlarda hoş bir anı, güzel bir his olarak kalmasını dilerim. Bu yüzden tanıştığım, konuştuğum, yaklaştığım insanlara karşı bütün ilgimi vermeye çalışır, onların da ilginç bir hayatı olduğunu düşünürüm. Böylelikle hem kendime hem de karşımdaki insana haksızlık yapmamış olurum. Sana küçük bir sırrımı vermeliyim, aramızda kalacağından şüphem yok, tanıştığım insanlardan nefes alabilenlerin çoğu, pek de ilginç karakterler değiller. Fakat bazı öyle kimselerle tanıştım ki, dünyanın en ilginç insanları dersem az bile söylemiş olabilirim.
Gündelik hayatta tanıştığım insanlar arasında Tolstoy, Pamuk, Bulut, Linklater, Kiyarüstemi, Nolan, Ceylan, Özel, Richter, Kosemura, Ayvazovski, Monet, gibi birbirinden farklı onlarca isim var. Bu insanlarla arkadaş olunca en sıradan ve basit işlerin bile bir güzelliği olabileceğini, hayatın kendisinin, yaşamın bir tutku olduğunu anlıyorum. İnsan olmanın ağırlığını bana aktarabilen insanları ve eserlerini severim, bu bana kendimi hatırlatır.
Şimdi konuştuğumuz film ise tanıdık bir hikâye. (Her hikâye birbirine benzemez mi biraz?) Büyük ümitler ve hayallerle dolu gençliğin ve sönmeyen bir tutkunun yolculuğu.
Gelişme: Hayaller ve Yıkılışı
Karanlık. Her yer çok karanlık. Burada yaşayan insanlar için sürekli gidip gelen elektrik kesintileri artık yaşamın bir parçası. Neden elektriklerin kesik olduğunu ve ne zaman geleceğini öğrenmek için telefonda konuşuyor sesinden ruhunun genç olduğu anlayabildiğim bir adam. Telefonun diğer ucundaki ses önceden hazırlanmış cevaplarla yanıt veriyor. Sonuçsuz bir görüşme. Aramak ve aramamak arasında bir fark yoktu. Sudan halkının çoğu bu gerçekle yaşamaya alışmış durumda. Ardından dört arkadaşın, ünlü bir film sahnesi canlandırdıklarını, “filmi yaşamak” tabirini gerçeğe dönüştürdüklerini izliyoruz. Bu arkadaşları film ilerledikçe tanıyacağız.
Kahramanlarımız, içinde sinema ateşiyle yanıp tutuşan, 60’lı ve 70’li yıllarda evlerinden ayrılıp sinema okumak için yurt dışına giden; İbrahim Şadad, Süleyman Muhammed İbrahim, Manar El Hilo ve El-Tayib Mehdi’den oluşuyor. Şadad Doğu Almanya’da sinema eğitimi alan ve çalışmaları Sudan’da yasaklı bir yönetmen. Evet doğru okudunuz, Doğu Almanya. Yaşamını bir süre Mısır ve Kanada’da sürgünde geçirdikten sonra sinemayı tekrar canlandırmak için ülkesine geri dönüyor. Süleyman M. İbrahim ise Moskova’da sinema eğitimi almış. Kısa filmi ‘79 yılında Moskova Uluslararası Film Festivalinden ödülle dönmüş. El Hilo 77’de Mısır Film Enstitüsünden mezun olanlardan. Mehdi Bey ise grubun en sessizlerinden. Az ve öz konuşan kahramanımız ‘79 yılında Mısır’da sinema eğitimini tamamlıyor. Bu grubun ortak noktası Sudan sinemasını oluşturmaya çalışmaları, emek sarf etmeleri.
Geleceğin her zaman daha güzel günleri getireceğini bekleriz. İnsan olmanın doğasında vardır bu. Büyük ümitlerle, sinema eğitimi aldıktan sonra ülkesine gelen bu gençleri mutlu, umutlu bir geleceğin beklediğini düşünmek gerekir, öyle değil mi? Ancak ülkelerinde gerçekleşen darbe sebebiyle ülkedeki sinemalar bir daha açılmamak üzere kapatılır. Tabii hayatlarını ve hayallerini sinema üzerine kuran bu yetenekli insanların ne yapacağını kestirmek zor değil. Sıradan insanlar vazgeçerler, ilginç insanlar ise şartlarla ile savaşırlar.
Film boyunca karakterlerimiz 1989 yılında kurdukları Sudan Film Grubu ile ülkede sinemayı tekrardan canlandırmaya çalışırken biz de onların bu macerasına tanık oluyoruz. Gerçek hayattan, gerçek karakterlerin olduğunu unutmadığımız belgesel film “Ağaçlardan Bahsetmek” bir gizem hikâyesinin peşinden gitmiyor, dolayısıyla sizi koltuklarınıza yapıştıracak türden bir hikâyeyi değil, bir tutkuyu, sinemayı, anlatıyor.
Sudan gençlerine, Sudan’ın geleceğine sinemanın büyülü dünyasını aktarmaya çalışan bu yaşlı insanlar dernekleri aracılığıyla köylere gidip, ellerindeki imkânları kullanarak, eski bir projektör, laptop ve perde ile gösterimler yapıyorlar. Ancak bu yeterli gelmiyor. İstekleri büyük bir sinemada, sanatsal olduğu kadar insanların ilgisini de çekecek bir film göstermek. Çevredeki insanlarla, gençlerle konuşuluyor, film seçiliyor ve geriye en büyük sorunu halletmek kalıyor. Resmi izinler…
“Bazan başarısızlıklar o kadar büyüktür ki, umut yeşermek zorundadır.”
Sonuç: Yıkılma sakın.
Suhaib Gasmelbari’nin yazıp yönettiği, aynı zamanda çektiği film belgesel-film özelliğinin yanı sıra bu dört adamın eserlerini de bize göstermeyi ihmal etmiyor. Hikâyenin arasına sıkıştırılan bu küçük sahneler bana yönetmenlerin eğer fırsatları olsaydı gerçekten isimlerini duyacağımız cevherler olduğunu düşündürdü. Okudukları okulların, izledikleri filmlerin etkisini görebiliyoruz. Ödüllü kısa filminin izini süren Süleyman Muhammed İbrahim’in okulunu telefonla arayıp Rusça konuşabiliyor olmasından duyduğum sevinci tarif edemem.
İbrahim eskilerden bahsederken şöyle sesleniyor arkadaşına; “Ağaçlardan bahsetmenin bile suç olduğu zamanlar. Çünkü yaşanan o kadar çok korkunç şeye sessiz kalmayı ima ediyor…”
Film sinemanın büyülü dünyasından, yaşanan ve yaşanacak daha çok şey olduğundan, sıradan bir yaşamın bile filmlere konu olabileceğini bize gösterecek bir sonla bitiyor. Her şeye rağmen yaşıyorsak bu biraz da bizi sıradanlıktan kurtaran eserlerle mümkün değil mi? Ağaçlardan Bahsetmek, Afrika’da çiçek yetiştirmenin mümkün olacağını bana hatırlatan nefis bir filmdi.
Fırsatını bulduğun ilk an izlemeni tavsiye ederim sevgili okur.
Arada Bir görüşmek üzere;
Daha fazla okuma yapmak isteyenler için;
(TR)
Filmloverss - Yönetmen ile Röportaj
(ENG)