Sevgili okur,
"Sana durlanmış kelimelerle geleceğim" diyen şairin getirdiği kelimeler içimizdeki karmaşık düğümleri çözmeye yeter mi? En derinlere gömdüğümüz acıların yara tutmadan, öylece kalbimizde asılı kaldığını tahmin edebilir mi şairler? Yaşadıkça cevabını bilmediğim ve bilmek istemeyeceğim sorularımın sayısı artıyor.
İnsanın kendisiyle yüzleşmesi, yaptıklarının hesabını önce kendisine vermesi gerekir, öyle değil mi? Fakat kendimizin en sert yargıcı olan bizler adil bir yargılamaya tutabilir miyiz kendimizi? İçimizdekileri bilmeyen insanlar ise adil olabilirler mi bize karşı? Başkalarının yaşamlarına bakıp kendi yaşamlarımızla karşılaştırırken, kendi yaşamımızı istemsizce yargılarken iki kere düşünmeli öyleyse. Bu bir yüzleşme, kendimle değil, geçirdiğim bir yılın yüzleşmesi.
Mektubumun başlığından anlayabileceğin üzere bu sene üzerine biraz konuşmak istiyorum. Yıl içinde oldukça az sayıda olan okuduklarım, izlerken keyif aldığım görsel eserler ve filmler üzerine düşüncelerimi de paylaşacağım. Umarım ilgini çekecek şeyler olur. Olursa, bana ne düşündüğünü yazmayı ihmal etme olur mu?
İnanır mısın bilmem ama, bir itirafla başlamam gerek gibi hissediyorum. Herkesin kötü anılarını biriktirdiği ikibinyirmi yılı benim hayatımda geçirdiğim en kötü yıl değil. Aksine hayatımda dönüm noktası diyebileceğim işlerin tohumlarını attığım bir yıl oldu. Bunların bir kısmından bahsedeceğim, sabırlı ol lütfen.
Yıl başladığında içinde bulunduğum ruh halinin pek iyi olduğunu söylemem. Doğrusu yazdıklarımın hiçbir kısmında aksini belirtmedikçe psikolojik durumumdan bahsetmek istemiyorum. Çünkü bu Yeni Ümit’in de henüz karşılaşmadığı ve korktuğu bir şey bu, kendisiyle yüzleşmek. Psikolojimden bahsediyorsam eğer bunların daha dönemsel şeyler olduğunu eklemem gerek.
Danışmanımın hastalanması, tezimin değişmesi ve sıfırdan yeni bir danışmanla, yeni bir teze başlayıp, bürokratik kısımlarla uğraşmak yorucu bir işti. (Danışmanımın iyi olmasına o kadar sevinçliyim ki, bu yorgunluk hiç önemli gelmiyor.) Mart’a kadar okula gidip gelirken içinde bulunduğum düzenden memnun muydum bilmiyorum. Sabah dokuz, on gibi kalkıp evin içinde bir kere yürüdükten sonra, kırmızı çantama geceden kalmış notlarımı ve bilgisayarımı koyuyor, üstümü değiştirip, arkadaşımı uyandırdıktan sonra, bazan beraber bazan tek başıma, evden çıkıyordum. Apartmanımın 100 metre ilerisinde bulunan, ev yapımı hamur işleri satan dükkandan yumuşak ve çıtır çıtır bir simit alıp çantama atıyordum. Tramvay ve otobüsle aktarma yapıp okula ulaşmam yaklaşık yarım saatimi alıyordu. Ofisimde (evet okul bize bir çalışma ofisi vermişti) çayımı demleyip, her seferinde güne geç başlamış olmanın vicdan azabıyla hafif bir kahvaltı yapıp öğle yemeğinin yoğunluğunun geçmesini bekleyene kadar, yaklaşık iki buçuk, üç saat boyunca araştırma yapıyordum, çalışıyordum. Spora da başlamıştım, haftada üç kez spora gidiyordum, vücudum şekil almaya başlamıştı. Akşamları eve geldiğimde, bilgisayarı çantamdan çıkarmak oldukça enerji isteyen bir göreve dönüşüyordu. Yeteri kadar enerjim varsa yemek hazırlayıp yoksa dışarıdan söyleyip, film izliyerek dinlenmeye çalışıyordum. Akşama okunması gereken makale, yazılması gereken bir parça veya kodlama yapılması gerekiyorsa bunlar, gün içinde zaten masa başında olduğumdan fazlasıyla enerji tüketen eylemlere dönüşüyordu. Daha çok kendi dünyamda yaşıyordum. Ev-okul arasında giden düzenimin içinde filmler, sinema ve dışarıda yenen yemekler geliyordu. Şehrin insanıyla tek temasım okula gidip-gelmelerimde veya dışarıda yemek yemem gerektiğinde oluyordu. Fazlasıyla münzevi bir hayat olduğunu düşünüyordum. Bundan şikayetçi de değildim. Aksine geçen zamana göre iyileşmeye başladığımı düşünüyordum. Şimdi o zamanları yazınca ne kadar da uzak olduğunu düşünüyorum. Sanki 10 ay öncesinden değil de, 5 yıl öncesinden bahsediyor gibiyim. Bu düzenimin içinde kız kardeşim ve doktorumun da şehirde bulunması kendimi yalnız hissetmemi engelliyordu. Derken, kız kardeşim komitesine çalışmak için bulduğu on günlük boşluğu fırsat bilerek 11 Mart’ta eve gitti. 12 Mart’ta okulları üç haftalığına kapattıklarını açıkladılar. Yeni yılın başında herkesin endişeyle ve uzaktan izlediği pandemi artık kapımızdaydı. Herkesi saran korkunun aksine benim içinde bulunduğum duygu daha çok tez savunmamın ertelenmemesiydi. Oldukça yorucu gelen tez macerasını daha da uzatamazdım, uzatmak istemiyordum.
İçeride kaldığım sürede günümü tezimi yazıp, kodlamakla geçirdim. Kalan kısımlarda ise film izledim. Kitap okuma eylemi benim için tez yazımı bitene kadar beklemesi gereken bir keyifti. Günlerim böyle geçti. Hala da böyle geçiyor. Yılın ilk üç ayına göre değişen şeyler, yürüyüş yapmak için daha nadir dışarı çıkıyor oluşum, ailemin evine geri dönmem ve dostlarımla buluşamıyor oluşum. Bunlar normal düzenim içerisinde de nadir olan şeylerdi zaten.
Bir dakika Ümit, hani iyi haberlerin? Geliyorum, geliyorum, sabırsız olma.
Tez savunmam ve mezuniyet işlemlerim ile geçen yaz içinde sinemayla alakalı yapmam gereken bir şey olduğunu fark ettim. Bunun için harekete geçtim de. Söylendiği kadar heyecanlı olmayan bir süreç içinde yönetmenlik ve sinema kariyerime dair planlarımı harekete geçirmeye başladım. Henüz bunlardan bahsedemiyorum ancak oldukça büyük adımlar olduğunu söylemeliyim. Bu yıl;
Tezimi bitirip, yüksek lisanstan mezun olmak büyük bir adımdı.
Üstüne sinema kariyerim ile ilgili bir adım attım.
Pandemi zamanıydı, dünya yanarken, ülkenin ekonomisi batarken geleceğim oldukça belirsizdi. Attığım her adımı iki kere düşünmeliydim. Aileme danıştım ve kararımı verdim. Filmler yapmak, sinemanın içinde olmak istiyordum. Buna göre hareket etmeliydim. Hala belirsizliklerle yaşıyorum, yaşıyoruz, yine de bunlar yabana atılacak şeyler değil.
Geçtiğimiz günlerde yılın değerlendirmesini yaparken yaptığım işlerin ne kadar önemli olduğunu fark ettim. Şimdilik beni meşgul etmediği için zor gelen bu düzensizlikteki iki önemli adımı ileride çokça hatırlayacağımdan eminim. Yeni yılın değerlendirmesiyle beraber sonraki yıl için planlar da yaptım. Bu planlardan bahsetmeli miyim sence? Belki mektubun sonuna doğru.
Üstelik bu haberler olmasa bile ikibinyirmi yılı hayatımın en kötü yılı olamaz. Yaşam trajediyle doludur sevgili okur.
Peki tez ve bu “sinema projesi” dışında nelerle uğraştım? Sulu boyaya başladım, Formula 1’e geri döndüm, aynı zamanda bilgisayar oyunlarına, izlemek istediğim filmlerin bir kısmını izleme fırsatı yakaladım, hayatın akışı içerisinde kendimi biraz daha tanımaya uğraştım. Gelelim kültür sanatla alakalı kısımlara. İçerideyken gezmek mümkün değil ancak sanal olarak müzeleri gezdim, başka hikayelere konuk oldum. Şimdiye kadar 118 film izlemişim. Yıl sonuna kadar bu sayı muhtemelen 120’yi geçer. Kimisi uzun kimisi kısa seri olan 30 sezon da dizi izlemişim. Yönetmen olmak isteyen birisi için hiç de fena sayılmaz ha? Bu her üç günde bir film izlemeye, her iki haftada bir sezon dizi bitirmeye denk düşüyor. Kitap okumaya gelince… En iyisi en beğendiğim kitaplardan bahsedeyim. :) Bu senenin ilk yarısında tezime vakit ayırdığım için yeteri kadar kitap okumadığım gibi dopamin salgılamak için gereğinden fazla kitap siparişi verdiğimden emin olabilirsiniz.
(Ayrıca senenin başından itibaren, 10 ay boyunca, her güne bir saniyeden oluşan bir video kolajı hazırladığım uygulama kendisini güncelleyince, modeli eskiyen telefonumun uygulamayı açamadığını unutalım lütfen.)
Senenin başında izlediklerimi, okuduklarımı puanlamak ve yorumlamak bana eziyet gibi gelmişti. Bu yüzden izlediklerimi ve okuduklarımı sıralarken herhangi bir sıralamaya koymadan sizlerle paylaşıyorum. Bu filmlerden bazılarını çok sevdiysem, bazılarını da sıradan buldum. Listeyi yaparken üç farklı kategori göreceksiniz. “Honorable Mention” dediğim, listede olmaması gereken ama o kadar da kötü olmayan filmler. “Eğlenceli, vakit geçirmelik filmler” ve favorim olan filmler. Bir filmin favorim olması için mükemmel bir sinematografiye de gerek duymuyorum. Yanındaki yıldızlardan (*) filmi ne kadar sevdiğimi anlayabilirsiniz. İyi film felsefesi üzerine ise daha sonra konuşuruz.
Filmler:
Portrait of a Lady on Fire
The Two Popes
Ida
Knives Out
I Lost My Body
Jojo Rabbit
Köker Üçlemesi
Mr.Klein
İşe Yarar Bir Şey (iyi olabilecekken ortalamanın biraz üzerinde kalması üzücü)
A Beautiful Day in the Neighborhood
Berlin Alexanderplatz
You Will Die at 20 *
Servants (HM)
5 En Muhteşem Sayıdır (İzlemesi keyifli film)
Deniz Mavileşene Dek Yüzmek *
Mes Jours de Gloire (İzlemesi keyifli film)
Kestane Ormanından Hikayeler ***
Il peccato **
Blanco en Blanco
Saint Frances (HM)
Baumbacher Sendromu (HM)
Sivas
Emma
A Brighter Summer Day
The Double Life of Veronique
Scenes From a Marriage
Tha Last Black Man in San Fransisco *
I’m Thinking of Ending Things… **
Get Duked (İzlemesi keyifli film)
Waiting for the Barbarians **
The Devil All The Time
Wolf of Snow Hallow
The Turin Horse **
Nobody’s Business (1996)
The Only Living Boy in New York (HM)
On The Rocks *
Three Identical Strangers**
Kasaba *
Sound of Metal *
I’m Your Woman (HM)
Druk *
Diziler:
Gilmore Girls
Ramy 2.Sezon
Drive to Survive 1 & 2.sezonlar
Strike 1.Sezon
The Marvelous Mrs. Maisel 3.Sezon
The Crown 4.Sezon
The Undoing
The Mandalorian 2.Sezon
Okuduklarım:
Pervari’den Paris’e - İhsan Süreyya Sırma
Uzak - Shaun Tan
Yürümek - Henry David Thoreu
Martin Eden - Jack London
Cesur Yeni Dünya - Aldous Huxley
Hermann Lauscher - Herman Hesse
Dönüşüm - Franz Kafka
Polikuşka - Lev Tolstoy
Körlük - Jose Saramago
Ah, filmler ve kitaplar üzerinde çok çok konuşmak istiyorum ama oldukça uzatıyorum. Tamam sadece birkaç cümleyle bazıları hakkında fikir beyan etmek istiyorum. Mr.Klein ile Pamuk’un Beyaz Kale’sini birbirine çok yakın buldum, hikaye olarak değil, üslup olarak. Portrait of a Lady On Fire sinematik bir şölendi. Ida çok güzeldi, Berlin Alexanderplatz ve You Will Die at 20 mükemmel olabilecekken bir takım eksikliklerle yarım kalmış filmler oldu benim için. Sivas’ı daha önce izlememiş, hatta duymamış olmama çok şaşırdım. Türkiye’deki sanat filmleri neden pazarlamaya önem vermiyorlar hiç? I’m Thinking of Ending Things… gerçek film severlerle rol kesenleri birbirinden çok iyi ayırt etmemizi sağlıyor, tam bir turnusol kağıdı bana kalırsa. (Büyük cümle biliyorum ama filmi genelin aksine çok beğendim.) Waiting for Barbarians tam bir Conrad romanı tadında film. Wolf of Snow Hallow, gelişimini merakla takip ettiğim Jimmy Cummings’in ikinci filmi, her seferinde giderek üstüne koyuyor. Sound of Metal’i sabırsızlıkla bekliyordum, beklentilerimi karşıladı, keşke biraz daha üzerine çıkabilseydi. Yine de çok güzel bir film. Druk ise insan olmanın ağırlığını farklı kaçış yollarıyla hatırlatan bir film. Mads Mikkelsen’in kariyenin en iyi performanslarından biri olabilir.
Dizilere gelirsek, Gilmore Girls bitince çok üzüldüm. Kurduğum özel bir bağ olduğunu biliyorum. Ramy’i keşfettiğim sıralar henüz Golden Globe almamıştı. İkinci sezon da çok güzel ama ilk sezonunun vuruculuğu yok çünkü artık karakteri ve motivasyonunu biliyoruz, anlıyoruz. (Şeyh’lerin kızları hep bu kadar güzel olmak zorunda mı? :) ) Gilmore Girls’ün de yaratıcısı Amy Sherman’ın Mrs. Maisel ile birlikte artık çok iyi bir yazar olduğunu kabul ediyorum. Nasıl oluyor da herkesin evinin içindeki olayları biliyormuş gibi yazıyor, bazan şaşırıyorum. O doğallığı kaybetmemesinin sırrını çok merak ediyorum doğrusu.
İhsan Hoca’nın yaşamını anlatan kitabın bir kere ismi bile ayrı bir güzel değil mi? Pervari’den Paris’e. Müthiş! Hocanın hayatını dinleyince kendisine ve azmine bir kere daha hayran oldum. Kitap boyunca anlatacağı çok şey olmasından dolayı, gezi maceralarına pek yer kalmamasını anlayışla karşılamakla birlikte, hocanın gezi maceralarını daha çok dinlemeyi isterdim sanırım. Kitaplarıyla yetineceğiz haliyle. Shaun Tan kitapçıda her seferinde görüp, tuzlu fiyatıyla alamadığım bir çizerdi. Üniversitenin kütüphanesinde eserlerini görünce kaçırmadım, nefis bir mülteci hikayesi okudum. Cesur Yeni Dünya beni dehşete düşeren bir kitapken, Körlük’le benzerliklerini görünce şaşırmadım. Herman Hesse’nin ilk kitabını yazarken benim kadar kibirli olması içten içe hoşuma gitti.
Müziklerden bahsetmeden olmaz elbette. Bu sene birbirinde farklı onlarca sanatçı keşfedip çok azını tutan bir muhaf*zakara dönmüş müzik konusundaki seçimlerim. Bu sene dinlediklerimi sizinle paylaşmaktan mutluluk duyuyorum. Umarım beğeneceğin şarkılar keşfedersin sevgili okur. Sen de beğendiğin müzikleri benimle paylaşır mısın?
Yeni yılda plan yaptığımı yazdım biraz önce değil mi? Peki neler diye sorduğunu duyar gibiyim. Cevabım çok basit: hiçbir şey. Yeni yıl için planım hiçbir şey yapmamak. (Bu cümle doğru oldu mu? Hiçbir şey yapılır mı yapılmaz mı? Hehheh.) Kendimi psikolojik olarak daha da zorlayacak bir sorumluluğun altına girmemeye karar verdim bu sene. Onun yerine yapacağım tek şey, akıl sağlığımı koruyarak pandeminin hafiflemesini, daha da azalmasını beklemek. Ah, Avusturalya’ya, Yeni Zelanda’ya gitme şansım yok ki canımın istediği gibi takılayım. Öyleyse şimdilik akıl ve ruh sağlığımızı koruyarak devam edeceğiz yaşamaya. Şimdilik hedefim bu. Geride kalanlar tamamen tercihe bağlı şeyler. :)
Bu kadar mıydı? Evet bu kadardı. Geride kalanlardan bahsetmemi mi istiyorsun? Pekala. Bir şartım var, sen de kendi planlarından bahsetmelisin bana. Mektubunda neler yazacağını sabırsızlıkla bekliyorum.
Yıllık hedefler ve planlar eğer gerçekten disiplinli bir bireysek yılın ortasına kadar devam edebilen, peşinden koştuğumuz şeyler oluyor. Ardından “senenin nasıl çabucak geçtiği” ve “artık bu zamandan sonra hedeflerin çok da önemli olmadığı” üzerine vicdanı rahatlatacak bir içsel yolculukla, hedefler bir sonraki yılın başına kadar rafa kaldırılıyor. Bazan Mart geldiğinde çoktan havlu atmış oluyoruz bile. Bu kısır düzen devam edip gidiyor. Fakat böyle olmasını istemiyorum ben.
Geçtiğimiz yıl bu durumu da iyice hesaba katıp, plan yapmıştım. Bu sene bahsettiğim iki önemli şeyi başarmış olmanın etkisiyle daha özgüvenli hissedip daha da ulaşılamaz hedefler koyacağımı tahmin ediyorsanız elbette yanılıyorsunuz. Artık bu yıl 50 tane kitap oku veya spor salonuna kaydol, her gün gitmeye çalış gibi spesifik bir hedef belirlemiyorum kendime. Bunun yerine kendim için süreklilik kazandırabileceğim işlerle uğraşıyorum. Doktorumla hedef belirlerken amaç edinmemiz gereken konuları maddelere ayırdık.
Bunlar:
Kendinle alakalı fiziksel değişim
Sahip olduğun ama geliştirmen gereken yeteneklerin/projelerin
Öteye götürmek istediğin bir kariyer işi/projesi
Zihinsel olarak ilerleme kaydetmen gereken bir iş
Sıfırdan başlayacağın yeni bir iş/hobi vs
Keyfiyet içeren işler
Elbette bu maddeler için çeşitli hedeflerim var, fakat bunları yazmak bir şeyi değiştirmeyecek. Tam tersine bunları yapmak için gerekli alışkanlıkları edinmek, gelişimi sürdürebilmek önemli olan. Ana konu, “yapılacaklar listesinden” maddeler silmek değil, tam aksine daha çok şey ekleyebilmeyi sağlayacak kadar ilerleme kaydetmekten ibaret benim için. Bu yüzden bu amaçların hepsini sürekli takip edebileceğim, düzeltebileceğim şekilde ayarlıyorum. Nasıl, pek de fena bir düşünme şekli değil sanırım, değil mi?
Yeni yıla girerken bu tarz listeler veya değerlendirmelerin amacı zamanı kavramaktan ibaret aslında. Her yeni yıl bizim için bir ümit. Kendimizi yenilememiz ve hayata dair ümitlerimizi yeşertmemizi sağlayan, takvimlere baktığımızda, tarih attığımızda görebileceğimiz fiziksel bir değişim. Zamanı rakamlara hapsetmeye çalışmanın eseri; yeni yıl. Kendimizi değiştirme, geliştirmeye veya içinde bulunduğumuz durumdan kurtulmaya çalışmanın adı yeni yıl, yoksa hayatın akışında değişen çok şey var mı, emin değilim. Zamanın elimize alabileceğimiz somut bir şey olması, onun günden güne kaybolmasını izlemek üzerine bir hikaye yazmam gerek gibi hissediyorum bazan. Belki de bir sonraki hikayem bunun üzerine olmalı.
Hof, şimdi bu yazıyla beraber senenin bütün ağırlığını üzerimde hissediyor gibiyim. Tabii bu yazı bütün yılın bir özeti değil, daha fazlası da vardır ama bu bile yeterli sanırım. Belki mektubumu gönderdiğim anda bütün yük üzerimden kalkacak. Bu metni aynı zamanda medium üzerinde de yayınlamayı planlıyorum. daha çok okuyucu kitlesine ulaşmak adına. Sen de değerini bileceğini düşündüğün arkadaşlarınla paylaşmayı ihmal etme olur mu sevgili okuyucu?
İyileştiğimiz, kalbimizin genişlediği; sağlık, huzur ve başarı dolu bir yıl olsun!
Arada Bir görüşmek üzere,